Toksik Pozitivite

Zeynep Gürleyen
3 min readMay 28, 2021

Pandemiyle beraber eve kapandığımızdan beri zamanın anlamı bizim için farklılaştı. Başta hep zamanımızın yokluğundan şikâyet edip başlayamadığımız işlere başladık, uzun zamandır ertelediğimiz filmleri izledik, kitapları okuduk, yepyeni tarifler denedik. Kendimizce bir şeyler üreterek yıllardır yokluğuna alıştığımız yaratıcılığımızın farkına varıp yaptıklarımızdan zevk aldık. Zaman ilerleyip aylar geçtikçe bu zaman fazlalığı bize boğucu gelmeye başladı. Hastalığın artması, belirsizlikler, ekonomimiz, ülkenin gündeminin acı verici olması, sürekli ertelediğimiz sorumluluklar gibi pek çok olayla beraber nefes almak bile zorlaştı bizim için. Artık ne dizi izlerken keyif alıyorduk ne de sorumluluklarımızı verimli bir şekilde yapabiliyorduk. Geçmiş yıllarımızda ne kadar anlamsız yaşadığımızı fark edip bunları nasıl telafi edeceğiz diye düşünüyorduk. Bir şeyler yapmak için isteğimizi kaybetmişken televizyonda, sosyal medyada sürekli bu boş zamanımızı nasıl daha verimli geçirebiliriz nutku çekiliyordu bize. Gece stresten zar zor uyuyup öğle vakti uyandığımızda sosyal medyada insanların çoktan sporlarını yapıp bugünün harika bir gün olduğuna dair neşe saçması bizi kendimizi daha da yetersiz hissettiriyordu. Bunlara maruz kaldıkça sürekli ben de yeni bir dil öğrenmeliyim, spora başlayıp harika bir vücut yapmalıyım, hep istediğim o işe başlamalıyım düşünceleri aklımızdan çıkmamaya başladı. Hatta öyle bir hal aldı ki bu yetersizlik hissi bizi anksiyeteye, depresyona sürüklemeye başladı. Peki onlar nasıl bu kadar verimli ve mutluyken biz en ufak şeyi bile yapamıyorduk?

Fotoğraf: Andrew Neel — Pexels

Bizim daha iyi bir insan olmamız için önerilen şeyler ne kadar güzel olsa da normal bir dönemden geçmiyorduk. Artık ne arkadaşlarımızla görüşebiliyor ne sokakta dilediğimizce yürüyebiliyorduk. Hatta bazılarımız yakınlarını kaybediyordu. Doğduğumuzdan beri öğrendiğimiz her şey farklı bir hale bürünmüştü. Hastalığın bize bulaşabileceği korkusuyla boğuşurken bu farklılıklara adapte olmak büyük bir çaba gerektiriyordu. Artık hiçbir şey eskisi gibi değilken endişeli ve stresli olmak gayet doğaldı. Fakat ekranlardakiler bize aynı şeyi söylemiyordu. Yaşadığımız endişeyi yok sayıp biz de herkes gibi bu krizi fırsata çevirmeliydik. Evde oturup her şeyi rahatça yapabilmek, yaratıcı ve üretken olmak için yeter bile artardı. Yaşamak için her zamankinden daha fazla çaba sarf etmemiz gereken bu dönemde duygularımızı değersizleştirip her olayın iyi tarafını görüp mutlu olmamızı, her halimize şükretmemiz gerektiğini öğütleyen duruma toksik pozitivite diyoruz. Aşırı yapılan her şey gibi pozitiflik de bizim için toksik hale dönüşebiliyor. Oysa mutluluk kadar hüznü, öfkeyi, kırılganlığın varlığını da bastırmadan kabul edip yaşamamız gerekiyor. ‘Pozitif düşünmezsem yargılanırım, kötü olayları üstüme çekerim, güçsüz olmamalıyım.’ diye düşünüp yumuşak karnımızı insanlara göstermekten korkabiliriz. Bu duyguları görmezden gelerek yok olduklarını düşünmek kolayımıza geliyor olabilir. Fakat biz bunu ne kadar ertelersek onlar içimizde saklanıp zayıf bir anımızı bulup çıkmak için bekliyor olacaklar, hem de daha büyümüş ve güçlenmiş bir halde.

Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı kitabının yazarı Mark Manson: “Her şeyi iyi tarafından görmek iyi bir şey gibi görünse de gerçek şu ki, hayat bazen berbattır ve yapabileceğiniz en sağlıklı şey de bunu kabul etmektir. Negatif duyguları inkar etmek daha derin ve daha uzun ömürlü negatif duygulara ve duygusal bozukluğa neden olur. Sürekli pozitif olmak hayatın sorunları için geçerli bir çözüm değil, bir inkâr biçimidir. Daha pozitif bir deneyimi arzu etmenin kendisi negatif bir deneyimdir. Ve de tam tersine, insanın negatif deneyimini kabul etmesinin kendisi pozitif bir deneyimdir.” diyor.

Fotoğraf: Tatiana — Pexels

Peki ne yapabiliriz? Öncelikle kendimize karşı anlayışlı olmalıyız. Tüm dünya pandemiyle boğuşup insanlar yakınlarını kaybediyorken depresif olup umutsuz hissetmenin çok normal olduğunu kendimize hatırlatmamız gerekiyor. Kendimizi diğer insanlarla kıyaslamayıp bazen güçsüz olmanın da çok normal olduğunu kendimize hatırlatmamız önem kazanıyor. Üzüntüye dayanıklı olmanın yolu sürekli mutlu gibi davranıp her olayın iyi tarafını görmekten değil aksine hayatta her şeyin olabileceğini bilmek, kabullenmek ve yüzleşince aldığımız dersi heybemize koyup yaşamımıza devam etmekten geçiyor. Duygularımıza kulak verip onların bize hayat yolunda rehber olmasına izin verirsek kendimizle olan ilişkimizi daha sağlıklı ve hoşgörülü bir hale getireceğimiz kuşkusuz bir gerçek.

Yazımı beğendiyseniz alkış atarak ve paylaşarak daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilir ayrıca gurleyenzeynep98@gmail.com mail adresimden bana ulaşabilirsiniz.

--

--